Cevher Caduk (İlahiyatçı-Öğretmen)
İNTİZAR - a) Ahzab Suresi 33. Ayetle ilgili günümüz Türkiyesinde bir çok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların bir çoğunda ayetin “İnnema yuridu…” diye başlayan bölümünün Ehl-i Beyt Mektebi'nin beş kişiye özgü olduğu şeklindeki yaklaşımıyla uzaktan yakından bir alakasının olmadığı dile getirilir. Bu konu çerçevesinde değişik gerekçeler ileri sürülerek Şia'nın iddiası reddedilir. Bunların en çok dikkat çekeni siyak-sibak ve Kur'an'da Ehl-i Beyt kavramıdır. Genellikle de bu iki husustan hareketle bu ayetin Şia'nın dar anlamda Ehl-i Beyt kavramına yüklediği mana ile bir alakasının olmadığı vurgulanır. Biz de bu kısa çalışmamızda sadece bağlam problemine dikkat çekmeye çalışacağız. Hakikatte ayetin ilgili bölümünün bağlamla ne derece örtüştüğünü, bu bölümün içerdiği kelimelerin bağlama ne derece uygun olduğunu inceleyeceğiz. Hz. Rasûl-u Azam'dan aktarılan hadisler çerçevesinde ayete yaklaşmayacağız. Bu kesinlikle Sünnet'in kanıt olmadığı gibi bir yaklaşımdan kaynaklanmamaktadır. Bu satırların sahibinin zihin dünyasında vahyin yazılı olması ile risalet sahibinin dilinden dökülenlerin –kesin bir şekilde Ona aitse- doğruluğu arasında o derece bir fark yoktur. Vahy nasıl ki hak ve hakikatse Hz. Rasûlullah'ın dilinden dökülenler de bir hakikattir. Sadece bağlayıcılığın kuvveti noktasında farklılık gösterirler. Her halükarda ayetin ilgili bölümünün siyak-sibakla ne derece uygun olduğunu görebilmek için zorunlu olarak lafzî/literal yönden analiz edip ayetin öncesi ve sonrasıyla bağlantılı olup olmadığını ortaya koymaya çalışacağız.
b) Özür dileyerek belirteyim ki zorunlu olarak gramer ağırlıklı bir yorum yapacağım. Çünkü görebildiğimiz kadarıyla problem ayetin bu bölümünün Türkçe dil kurallarıyla algılanıyor ve böyle anlamlandırılıyor olmasıdır. Halbuki Kur'an'ı anlamanın şartlarından birisinin Arap diline vukufiyet olduğu açıktır.
c) Bir diğer problem de ayetteki ilahî iradenin mahiyeti ve künhüdür ki biz bu konuyu da açıklamaya çalışacağız.
d) Ayetin bu bölümü 28. ayetten 34. ayete kadar olan pasajın bir bölümüdür. Bu pasaj baştan sona kadar Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına yöneliktir. Bu bölümde tam 21 tane "nun-u nisve" kullanılmaktadır. "Nun-u nisve" (dişil çoğul nun) dediğimiz şey kadınlara özgü olan, erkekleri dışta bırakan müenneslik "nun"u. Bu kullanımların bütününde muhatabın Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) eşleri olduğu izahtan varestedir.
Bunlar: Küntünne, türidne, tealeyne, üserrihkunne, ümetti'kunne, üserrihkunne, küntünne, türidne, minkünne, minkünne, minkünne, lestünne, ittekaytünne, tahdene, kulne, karne, buyutekünne, teberrecne, ekımne, atine, etı'ne.
Okuyucunun da daha rahat algılayabilmesi için kelimeleri latin harfleriyle yazdık. Yani bu yirmi bir tane "nun" sadece kadınlara özgüdür.
Bu zamirleri göz önüne alınca ayetin bu bölümü doğal olarak "nun-u nisve" ile (kadınlara özgü olan nun) ile gelmeliydi. Halbuki bu zamirler bağlamında bu cümlede gelen “innema yuridullahu li yüzhibe ankümü'r-ricse ehle'l-beyti ve yutahhirekum tathira/ Ey Ehl-i Beyt Allah ancak sizden ricsi gidermek ve tertemiz eylemeyi murad eder.” Gelen zamirler cem-i müzekker salimdir. Bu kelimeler görülebilmesi için yine latin harfleriyle yazacağım. "Ankum" ve "yutahhirekum".
Ayetin bu bölümden kasıt peygamberin hanımları olsaydı ayet “ankünne” ve “yutahhirekunne” olarak gelmesi gerekirdi.
e) “innema yuridullahu li yüzhibe ankümü'r-ricse ehle'l-beyti ve yutahhirekum tathira/Ey Ehl-i Beyt Allah ancak sizden ricsi gidermek ve tertemiz eylemeyi murad eder.” Ayetinde bu cümleden önce Allah-u Teala peygamberlerin hanımlarına yönelik üç tane emir veriyor.
Bu emirler:
Namaz kılmak
Zekat vermek
Allah'a ve Rasulüne itaat etmek.
Bu emirlerin peygamberlerin hanımlarına özgü olmadığı bütün kadınlara hatta bütün erkekleri de kapsadığı açıktır. Bundan sonra gelecek olan cümlede Allah'ın arındırmaya yönelik bir iradesi varsa kesinlikle bu bir grubun arındırılmasına yönelik olamaz. Zira Allah bu emirleri verdikten sonra ben sizi temizlemek istiyorum diyecekse sadece sizi temizlemek istiyorum başkasını temizlemek istemiyorum diye bir cümle kuramaz. Hal böyle iken konumuzu oluşturan cümle "innema" (sadece) edatıyla başlıyor. Bu bölümü bağlam ile anlamaya çalışanların anladığı şekilde anlayacak olursak ortaya absürt bir anlam çıkıyor: Ben bu emirleri size vermekle sadece sizi temizlemek istiyorum, başkasını değil. Yani ayet Ehl-i Beyt Mektebi'nin anlamlandırmak istediği şekilde değil de diğerlerinin anlamlandırmak istediği şekilde olabilmesi için başında "innema" olmaksızın “yuridullahu li yüzhibe ankunne'r-ricse/Allah sizden ricsi gidermek ister” şeklinde olmalıydı. Çünkü Ehl-i Beyt mektebinin dışındaki okumalar hep bu ilahî iradeyi teşriî irade olarak anlamakta ve bu şekilde anlamlandırmaktadır. Böyle olunca da lafzın da bunu uygun olarak gelmesi gerekir ki o da "innema"sız bir şekilde “yuridullahu ankunne'r-ricse ehle'l-beyti ve yutahhirekunne tathira” olması gerekir. Yani Allah sizden kiri gidermek istiyor. Diğer kadınları temizlemek istediği gibi sizi de temizlemek istiyor.
f) Ayette geçen “er-rics” kelimesinin kullanımı da sıkıntılı gibi duruyor. "Rics" ve "ricz" Kur'anî kavramlardandır. Kur'an bu kavramı geniş bir yelpaze içinde kullanır. Maide Suresi 90. ayetinde “içki, kumar, fal okları…” için "ricsün min ameli'ş-şeytan" (şeytan işi pislik) anlamında, Enam Suresi 145. ayetinde akıtılmış kan, domuz eti ve laşe için, Yunus 100. ayette akletmeyenlerin amelleri için, Tevbe 125. ayette kalplerinde hastalık bulunanın tutum, davranış ve düşünceleri için kullanır. Bu ayet grubuna baktığımızda Allah Azze ve Celle bundan önce bir takım günahları sayıyor ve peygamber eşlerini ise bunlardan uzak durmaya ve kaçınmaya davet ediyor. Halbuki "er-rics" kelimesinin hem kendisi hem de başındaki "elif lam" takısı geniş bir anlamı ifade ediyor. Sadece şeriatın günah saydığı şeyler değil aklın da çirkin gördüğü, kabul edemediği bütün şeyleri kapsıyor. Bu açıdan da ayetin bu bölümü bağlama uymuyor. Yani Allah sizden aklın ve şeriatın çirkin gördüğü şeylerin bütününü gidermek istiyor. Buraya uygun düşen "zenb" kelimesidir. İlla da "rics" veya "ricz" kelimesi kullanılacaksa şeytanın ayartmacası ve kaydırması anlamında "ricze'ş-şeytani" ve "ricse'ş-şeytani" kelimesinin kullanımıdır. Birkaç belli ve aşikar günahın sayılmasından sonra "elif lamı" cins veya istiğrak ile "er-rics"in kullanımı hiç mi hiç uygun düşmüyor. “yuridullahu li yüzhibe ankunne'r-ricse'ş-şeytani veya ez-zunub…”
g) Peygamberin hanımlarının evlerinden bahs ettiği yerlerde bu ayetin hem girişinde hem de 34. ayette “buyutikünne/evleriniz” şeklinde geçiyor. Yani çoğul geçiyor, ancak ayetin bu bölümü “ehle'l-beyt/ev halkı” şeklinde tekil olarak geçiyor. Ayetin bu bölümünün bağlama uygun olarak anlamlandırılabilmesi için ayetin ifadesi şöyle olmalıdır: “li-yüzhibe enkunne'r-ricse ya ehle buyuti'n-nebiyy”; dolayısıyla bu açıdan da ayetin bu bölümü bağlama uymuyor.
h) 28. ayetinden 34. Ayete kadar olan bölümde Hz. Peygamber'in hanımlarına hitap ederken “ya nisaennebiyyi/ey peygamber hanımları”, “li ezvacike/eşlerine” kelimeleri kullanılıyor. Dolayısıyla buradan "ehle'l-beyt" ifadesine geçişin bir gerekçesi yok. Yani bir başka ifadeyle bağlama uymuyor.
ı) Ehl-i Beyt Mektebi ayetin bu bölümündeki iradenin var oluşsal bir irade olduğunu kabul eder. Yani Allah tekvini olarak neyi murad ederse o zorunlu olarak gerçekleşir. O, evreni yaratmayı dilemiştir ve yaratmıştır, yağmur yağmasını dilemiştir ve yağmıştır. Yani Allah'ın evrenle bağlantılı iradesi olarak değerlendirir. Ehl-i Beyt Mektebi'nin görüşünü kabul etmeyenler zorunlu olarak buradaki iradenin teşri bir irade olduğunu kabul ederler. Yani Allah kullarının emir ve nehyleri yerine getirerek arınmalarını, temizlenmelerini, nimete ulaşmalarını arzular. Allah'ın bu iradesinin gerçekleşebilmesi kulların o fiilleri yerine getirmesine bağlıdır. Namazla, oruçla, doğrulukla, adaletle, hak ile arınmaya çalışmak gibi. Kur'an-ı Kerim'de ilahî iradeye ilişkin kullanımların büyük bir bölümü tekvini (var oluşsal) iradedir, teşriî irade o kadar fazla kullanılmaz. Biz teşriînin zihinde yer etmesi için bir örnek sunacağız. Sonra da bu örneklerin kelime kalıplarının bu iradeye benzeyip benzemediğini görebilmesi için ufak birkaç hususa dikkat çekmeye çalışacağız.
Maide suresinden bir örnek sunalım. Maide Suresinin altıncı ayetinde Allah-u Teala abdest, teyemmüm ve gusül abdestine ilişkin şerî emirlerden sonra son bölümde şöyle der: “ve lakin yuridu li yutahhirekum ve liyutimme nimetehu aleyküm leellekum teşkurun/ Ancak o şükür edersiniz diye sizi tertemiz kılmak ve nimetinizi size tamamlamak istiyor” (Maide/6) irade gibi. Maide ve teşriî iradelerdeki ifade tarzı nerede ayetin bu cümlesindeki vurgu nerede!? Bütünüyle birbirinden ayrı iki olgu.
Teşriî irade de görüldüğü gibi Allah-u Teala “umulur ki şükür edersiniz” gibi bir ifade vardır. Benzer bir durum oruç ayetinde de geçer. Allah-u Teala Bakara Suresinin 183. ayetinde orucun farz kılınmasının ardından (gerçi orada irade kelimesi geçmese de) "leellekum tettekun" (umulur ki sakınırsınız) ifadesi geçmektedir. Umulur ki belki şeklinde ifadeler nerede, bu ayetteki üst düzey bir vurguyu ifade eden “yutahhirukum tathira/sizi kesinlikle pak kılmak istiyor” ifadesi nerede!? İki ifade arasında dağlar kadar fark var. Dolayısıyla bu ifade hiç de teşriî iradeye benzemiyor. Ayetin bu bölümü açıkça şunu ifade ediyor. Ehl-i Beyt her kimse Allah-u Teala onları arındırmak istemiş ve arındırmıştır, onlar artık masum, aklî sahadaki yanılgılara varıncaya kadar kirlerin bütününden temizlenmiş kimselerdir ve bunlar vardır.
i) Kur'an-ı Kerim'de ilahî iradeyi konu edinen ayetlere niceliksel olarak bakıldığında sadece dört bilemediniz beş yerde (Maide 6, 49, Bakara185, Enfal 67) teşri irade söz konusudur. Yani Allah'ın emirler ve nehiyler suretiyle kulların kurtuluşunun, felaha ve necata kavuşmasıyla bağlantılı olarak sadece iki ayette "erade" (Allah-u Teala diledi) ifadesi geçti. İlahî iradenin konu edinildiği yerlerin kahir ekseriyeti tekvinî var oluşsal iradeyi ifade eder. Tekvinî iradenin geçtiği ayetler: Bakara 26, Maide 17, Ra'd 11, Kehf 82, Ahzab 17 (iki defa), Yasin 82, Zümer 4, Fetih 11 (iki defa), Zümer 38 (iki defa), İsra 16, Kehf 81, Enbiya 17, Nahl 40, Kasas 5, Maide 41 (iki defa), Enam 125, (iki defa), Yunus 107, Yasin 23, Bakara 253, Al-ı İmran 108, Al-ı İmran 176, Nisa 26, Nisa 28, Enfal 7, Mümin 31… Bu ikisi arasındaki niceliksel fark net ve belirgin. Dolayısıyla Ahzab Suresinin 33. ayetinin ilgili bölümünün teşriî irade olması Kur'an bütünlüğü içinde bakıldığında da düşük bir olasılık. Dört veya beş rakamı nerede 30-31 rakamı nerede!
j) Ayetin ilgili bölümü bağlamı göz önüne alarak anlamlandırdıkları gibi olabilmesi için ayetin bu bölümünün pasajın son bölümün gelmesi gerekirdi. Yani emir, nehiy ve direktiflerin bütünü verildikten sonra 34. ayetin sonunda gelmesi gerekirdi. Halbuki Allah-u Teala ayetin bu bölümünden sonra 34. ayette Rasûlullah'ın hanımlarına yönelik emirlere devam ediyor. “vezkurne ma yutla fi buyutikünne min ayatillahi ve'l-hikmeti/Hânelerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin”. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek sunalım. Bir öğretmen öğrencisine “akıllı ol, derslerine çalış, okula zamanında git gel” emirlerini verdikten sonra “Zira ben senin başarılı olmanı istiyorum” dedikten sonra “Ha bir de unuttuğum bir şey daha var deyip anne babana saygılı ol” demesine benziyor. Bağlama uygun okumanın vardığı nokta aynen bu!
Konunun tam net anlaşılması için konumuzu teşkil eden bölümü, öncesini ve sonrasını sunuyorum:
-Ey Peygamberin eşleri, siz, öbür kadınlardan birine benzemezsiniz; çekiniyorsanız sözü yumuşak bir tarzda söylemeyin ki gönlünde bir hastalık olan ümide düşer sonra ve doğru ve güzel söz söyleyin.
-Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın ve namaz kılın ve zekat verin ve itaat edin Allah'a ve Peygamberine. Ancak ve ancak Allah, ey Ehli Beyt, sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.
-Ve ey Peygamberin eşleri, evlerinizde okunan ayetleri ve hikmeti anın; şüphe yok ki Allah'ın lütfü boldur ve o, her şeyden haberdardır.
Böyle bir şeyi ilahî kelam için bir müminin kabul edebileceğini düşünemiyorum. Dolayısıyla da ayetin ilgili bölümü ya bağımsız bir zamanda inmiştir veya öncesi ve sonrasıyla bağlantısı yoktur. Kanaatimizce bağımsız olarak inmemiştir. Ancak ayetin bu bölümünün bağlam içinde ne manaya geldiğini ilerde açıklamaya çalışacağız. İşte Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) hadisleri tam da bunu açıklıyor, kafalarda oluşan bu şüpheleri izale ediyor. Bu iradenin var oluşsal ifade olduğunu, tathir edilenlerin kimler olduğunu belirtiyor.
k) Ayetin bu bölümündeki vurgular. Bu ayette hakikaten öyle bir vurgu tonlaması var ki bizi bu ilahî irade teşriî irade olamaz sonucuna götürüyor.
Sadece birkaç kişinin murad edildiğini ifade eden "innema" edatı, aklî ve şerî bütün çirkinliklerden arınmayı ifade eden "er-rics" kelimesi, "tathira" meful-u mutlakının kullanımı, "tathira" sözcüğünün nekre olarak getirilmesi, "ehle'l-beyt" kelimesinin övgü olarak kullanımı(1) ilahî iradenin birtakım kimseleri arındırdığına ve bu iradenin var oluşsal bir irade olduğuna evrenin yaratılışı gibi hemen tecelli ettiğine delalet etmektedir. Yani özetle ayetin bu bölümü "rics" ve "yutahhirekum tathira" sözcüğünün kullanımıyla “aklî ve şerî günahlardan arındırılmış” kimselerin olduğuna delalet ediyor ki bunu da söyleyen yegane mektep ve meşrep Ehl-i Beyt Mektebi'dir.
l) Ayetin bu bölümünün neden ayetin bir parçası olduğuna da cevap verelim. Ayetin bu bölümü ayetin kaçınılmaz olarak bir parçasıdır. Yani orada bulunmak zorundadır. Şöyle ki 28. ayetten 34. ayete kadar olan bölümde geçen peygamber hanımları ve kadınlarının kapsamına Ali ve Fatıma'nın evi de girmektedir. O cümle burada olmasaydı direkt olarak bu kınama, itap ve direktiflerin kapsamına Ali ve Fatıma'nın (a.s.) evi de girmiştir gibi bir algı oluşacaktı. “Türdine'l-hayate'd-dünya ve zineteha/ dünya hayatını ve süsünü”, “bi fahişetin mübeyyinnetin/apaçık bir ahlaksızlık…” vd. direktifler. İşte “İnnema yuridullahu li yüzhibe ankumu'r-ricse/ey ev (evler değil) ahalisi Allah sizden kiri gidermek istiyor ve pak eylemek istiyor” diyerek Ali ve Fatıma ile Hasaneyn hakkında akla gelecek olumsuz bir düşünceyi de bertaraf ediyor. Sakın ha sakın Ali ve Fatıma'nın (a.s.) evi hakkında dünyayı talep ettiğine vb şeyler gelmesin, onların konumu makamı bunlardan çok yücedir.
Bir diğer husus da şudur; ey peygamber hanımları sizler öyle bir kimseyle bağlantı halindesiniz ki O şahıs Allah'ın kendilerini pak eylediği tertemiz bir evin bir bireyidir, artık eylemlerinize çeki düzen veriniz.
Bu meyanda başka şeyler söylenebilirse de bu kadarı kanaatimizce kafidir.
m) Ayetin bu bölümünün ayetin öncesi ve sonrasından bağımsız olduğunu hatta bağımsız bir şekilde indiğini bize söyletiyor. Başka türlü bir açıklaması yok gibi duruyor.
n) Bir yanlışlığın da önüne geçelim. Ehl-i Beyt sözcüğü örfen kullanıldığı zaman hanımları da hatta evcil hayvanları da ev reisiyle yakın bağı olan kimseleri de kapsar. Biz bunu kabul ediyoruz. Ancak bu ayet özelinde ısrarla vurguluyoruz ki buradaki Ehl-i Beyt ilahî iradenin kendilerini masum kıldığı kimselerdir. Yani deyim yerindeyse bu sözcük ayetle özel bir terim anlamı kazanmıştır. Dolayısıyla da Hud 73. Ve Kasas 12. ayette geçen "ehl-i beytin" bu ayet özelinde kullanımına delil olabilecek bir tarafı bulunmamaktadır. Oralarda örfî ve istimali (gündelik dildeki anlamı) kullanılmıştır. Ancak burada bir terim anlam kazanmıştır.
Selam, muhabbet ve dua ile
------------------------------------------------------------------------------------------
1 Zira ayetin bu bölümü deki ehle'l-beyti kelimesi medh üzere mansuptur, yani bir övgü ifadesidir.